“Erzurum niye bu halde?” diye sorulan her soruya biz hep aynı cevabı veriyoruz:
-Birbirimizle uğraştığımız için…
Evet, bu doğru…
Bu şehirde birbirimizle uğraştığımız kadar sorunlarımızla, sıkıntı ve problemlerimizle uğraşsak, emin olun şimdiye dek çoktaaan kanatlanıp uçmuştuk…
Ama neylersiniz ki, olmuyor işte…
Benim varlığım başkasına, başkasının varlığı berikine, senin, onun, onların varlığı ötekine rahatsızlık veriyor…
Birincisi:
Bu şehirde ağzınızla zaten kuş tutamazsınız da, hadi tuttuğunuzu varsayalım, yine yaranamazsınız…
Çünkü karşınıza “ağzıyla niye tutmuş, eli yok mu?” diye soranlar çıkar hemen…
Bu şehirde kazanmaya hakkınız yoktur, öyle an olur ki, kazanmaya bile korkarsınız…
Çünkü karşınıza “kesin çalmıştır” diyenler çıkar…
Bu şehirde kolay kolay başarılı olamazsınız, hadi yine de olduğunuzu varsayalım; karşınıza anında “o ne anlar ki!” diyenler çıkar…
Bu şehir böyle işte…
Siyaset yapamazsınız!
Ticaret yapamazsınız!
Hareket edemezsiniz!
Canlanamazsınız, gelişemezsiniz, büyüyemezsiniz!
Çünkü öyle ya da böyle karşınıza mutlaka sizinle uğraşan birileri çıkar…
Çünkü burası Erzurum’dur…
Ve bu şehirde yaşayanlara sürekli birileriyle uğraşmak, dedikodusunu etmek, haset beslemek, kin gütmek, iftira etmek ve çekip çekiştirmek düşer…
Şimdi diyeceksiniz ki,
-Erzurum’un suçu ne?
Erzurum’un suçu yok zaten; suç Erzurumlu geçinenlerde…
Suç Dadaşlık kavramının hakkını veremeyenlerde…
Suç sende, suç bende, suç hepimizde…
Kimse kusura bakmasın!
Bu şehri bu hale kendi ellerimizle biz getirdik…
Birbirimizle uğraşarak!
Birbirimizi engelleyerek!
Birbirimizi boğazlayarak!
Birbirimizden nefrek ederek!
Birbirimizi kıskanarak!
Birbirimize haset ederek!
Ve birbirimizi nefessiz bırakarak!
Ondan sonra diyoruz ki;
-Erzurum neden bu halde?
Soru öyle değil de, şöyle olmalı aslında:
Sen niye bu haldesin?
Ben niye bu haldeyim?
Biz niye bu haldeyiz?