6 Şubat tarihi, zihnimizde ve kalbimizde acılarla yer etti…
Tam 2 yıl önce kor ateş gibi yüreklerimizi dağlayan deprem felaketi, on binlerce insanı koparıp aldı aramızdan…
Ölenlere rahmet olsun…
Kalanlara da sabır ve metanet…
Tabi, dile kolay bunları söylemek; sonuçta ateş en çok da düştüğü yeri yakıyor, öyle değil mi?
Biz ne kadar yansak da, ne kadar üzülüp kahrolsak da, o felaketi birebir yaşayanları ve yakınlarını kaybedenleri anlamamız mümkün değil…
Ama!
Ders almamız mümkün…
Almış mıyız peki?
Hayır!
Tarie doğru yolculuk eden herkes, ülkemizde çeşitli yıllarda ve çeşitli bölgelerde felaket niteliğinde birçok depremin yaşandığını görür…
Nitekim, 6 Şubat’tan önce zihinlerimizde nokta nöbeti tutan bir başka felaketin adı da, 17 Ağustos’tu…
Erzurum özelinde ise, Pasinler ve Köprüköy depremleri mesela…
O kadar çok hemşehrimizi kaybetmişiz ki o depremde; yardım uçakları habire kefen bezi taşımış Erzurum’a!
Evet, ölüm Allah’ın emri, amenna ve saddakna…
Ancak, akıl etmeyi ve tedbir almayı bize yol gösteren de yine Cenab-ı Allah…
Bakın Japonya’ya!
Şiddetli depremlerde bile adamlar sadece düşmemek için tutunacak yer arıyorlar, o kadar…
Yapılarından ve yaptıklarından o kadar eminler ki, koşma ve kaçma ihtiyacı bile hissetmiyorlar…
Bir de bize bakalım!
Ne geçmişteki depremlerden ders almışız, ne de mevcut yapılar için herhangi bir önlem…
Her işimiz adeta çalamatara, Allah kurtara!
Yapılaşma çürük ve çarpık, binalar iç içe, ağız ağıza… Yeni yapılar için gerekli tedbirler alınıyordur belki ama binlerce yapının muhtemel bir depreme dayanıklı olup olmadıkları bile muamma…
Üstelik bu sadece Erzurum’a has bir durum değil, ülkemizin her yanı bu durumda…
Uzun sözün kısası; Allah’a emanet yaşıyoruz, vesselam!