Hepimizin bu dünyada insan olarak beklentisi pek tabii daha huzurlu, güvenli ve ferah bir hayat yaşamaktır. İnsanlar böyle bir ortamı sağlayabilmek için tarihin her safhasında yöntemler geliştirmeye çalışmışlar, ortaya fikirler atmışlardır. Bazı fikirler binlerce yıl etkisini göstermiş, bazı fikirler ise belki de sadece bir arkadaş grubunun sohbetlerine dâhil olmuştur. Hatta bilinmez ya belki de insanlığa derman olacak müthiş düşünceler yalnızca sahibinin beyninde saklı kalmış, onunla birlikte bu dünyadan ayrılmış, kaybolup gitmiştir.
Bu metotların ve fikirlerin ayrı ayrı doğru veya yanlış olduğuna dair kati teşhisler koymanın tabi ki imkânı yok. Fakat bunların neticeleri ile ilgili genel çerçevede ve yanılma payı ile birlikte yaklaşık tahminler yapmak mümkündür. Mesela siyaset kavramı ile ilgili tarihteki teoriler, akımlar, fikirler topyekûn değerlendirildiğinde şu neticeye ulaşmak çok da yanlış değil bana kalırsa: Bir toplumu, siyasi iktidar veya üst kavram olarak devlet hiçbir zaman tek başına çağdaşlaştıramaz. Bu iki kurum gelişmeye niyetli ve hevesli olan bir toplumu yalnızca organize eder.
Esasen toplumumuzun yüzyıllardır devam eden durağanlığının temelinde bu atalet yatmaktadır. Öyle ki bu durum, zamanla bireylerin tüm beklentilerini siyasi kurumlara kayıtsız şartsız devretmelerine, kendilerinin ise çarkın dışına çıkmalarına vesile olmuştur. Böylece bireyler tüm sorumluluğu siyasi iktidarların sırtına yüklemişlerdir. Siyasi iktidarların ise bu beklentileri tek başına ne kadar gayret ederse etsin karşılayamamasından dolayı, istikrarlı bir organizasyon yapılması da zaman zaman yavaşlamaktadır. Bu duruma rağmen bir iktidar ülkeye ciddi bir ivme kazandırabilmiş ise bu iktidar tabi ki başarılıdır.
Zamanını net hatırlamıyorum fakat televizyonda izlediğim bir açık oturum programında ısrarla “AK Parti’li olmadığını” beyan eden bir konuşmacı, hükümetimizin savunma sanayiindeki yatırımlarını çok ciddi ve son derece başarılı bulduğunu söyledi. Yanında oturan ve galiba fikirleri ile yeterince “solcu” olduğunu ispatlayamadığından, kendisini sürekli “solcu ve muhalif” olarak tanımlamak zorunda hisseden gazeteci ise bu cümleler üzerine gerildi ve konuşmacının sözünü kesip istihza ederek “Ama saman ithal ettik geçen sene!” dedi. Konuşmacı çok şaşırdı bu tepkiye ve o da gerildi. Ardından ise bu ithalatın genel değil münferit bir durum olduğunu, bir bölgede kuraklıktan dolayı çok küçük hacimde ve ekonomik olarak o anda daha avantajlı olduğu için bu yönteme başvurulduğunu, savunma sanayiindeki gelişmelerin karşısına bu durumun konulmasının insafsızca ve art niyet olduğunu anlatsa da gazeteci aynı şeyi tekrarlayıp durdu. Anlatmak istediğim tam da buydu işte. Bu gazeteci düşünce tembelliğini had safhada yaşamakta. Geçmişten gelen alışkanlığı devam ettirmekte ve maalesef kendisini muhalif gören birçok insan da bu yanılgıya düşmektedir. Hâlbuki dünya tarihinin hiçbir döneminde ve hiçbir yerinde tüm eylemleri yüzde yüz doğru ve başarılı olan bir siyasi iktidar yoktur. İmkânı da yoktur. İnsan doğasına aykırıdır; olamaz. Olamayacaktır.
İktidarlar yaptıkları organizasyonun semereleri ile değerlendirilir. Bu süreçte zaman zaman aksiliklerin olması, yer yer o anda bulunduğu noktadan geriye gitmesi mümkündür. Kontrol edebilmesinin mümkün olmadığı sayısız etken vardır çünkü. Fakat mühim olanı, o anda bile ülkeyi başladığı noktadan çok daha ileriye götürebilmiş olmasıdır. Tam da günümüzde olduğu gibi… İlerleme kaldığı yerden hiç ama hiç şüphem yok ki devam edecektir. Buna kanıt olacak sayısız değişim, sayısız gelişim hepimizin gözlerinin önünde ve çok net görülmektedir.
Devleti yönetmek, organize etmek çok ciddi ve çetin bir iştir. Ehli kolay kolay bulunmaz. Kıymetini bilmek gerekir. Bu arada söylemeden geçmeyeceğim; bir “otobüs” dolusu bile olmayan grubu organize edemeyenlerin yapabileceği bir iş hiç değildir.