Dünyaya sanatla bakmak herkese nasip olan bir şey değil bence toplumumuzda. Çünkü hep bir telaş içinde ömrümüz geçiyor;hep bir yerlere veya bir şeylere yetişmeye çalışıyoruz. Belirli hayaller veya mecburiyetten doğan çırpınmalar... Bir şekilde ayaklarımız üzerinde kalmaya çalıştığımız şu hayatta aslında o kadar çok inceliği gözardı ediyoruz ki. Çünkü yaşam felsefemiz uyan çalış eve gel ve uyudan ibaret olmaya başladı. Aslında bizim de pek suçumuz yok bu serüvende. Biz sadece ayaklarımız üzerinde kalmak için çabalıyoruz. Düşünce özgürlüğünü sunacak kadar zamanımız olmuyor. Ya da üretim yapacak kadar fırsat. Durum böyle olunca bırak dünyaya sanatla bakmayı daha kendimize dahi bakamıyoruz.
İşte böyle yitip giden dünya telaşında fırsat buldukça gökyüzüne bakmalıyız bence. O maviliği ya da grilenmiş bulutları aramalı gözlerimiz. Topraktaki ezilmiş çimenlerin kökünün inceliğini ve onun ardından gelen böcek yığınlarını aramalı bazen gözlerimiz. Ahengi içinde barındıran galaksiye ya da kanat çırpışını şaşmayan bir kuşa. Besin zincirinin acımasızlığı ve doğanın kutsallığına. Binbir çeşit rengine, renklerin karışmışlığına..
Evet aslında çok şey kaçırıyormuşuz biz. Hayatı kaçırıyormuşuz.