Mahallede Foto Ümit olarak bilinen arkadaşım Ümit Arpa yüce gönüllü bir insandı, onun dükkânı toplumun her katmanından insanın mutlu olduğu bir mekândı. Yedisinden yetmişine herkes Ümit’i severdi. Ümit insanların statüsüne, gelir düzeyine, yaşına, kültürüne, eğitimine bakmaksızın insanlara insan olduğu için değer verir, konuşmaktan çok dinlerdi. Foto Ümit sadece bir fotoğraf stüdyosu değil mahallenin psikoterapi merkezlerinden biriydi. Ümit hemen herkesin sırlarına vakıftı; ama ketum biriydi. Ergenlik ve ilk gençlik dönemimde Ümit’in bu zengin gönlü dikkatimi çekmişti, onun insanlara yaklaşımını kendime örnek alır, fark ettirmeden onun bu hususiyetlerini gözlemlerdim. Onun dükkânında kişiler değil insan konuşulurdu. Ümit mahallenin dervişlerinden biriydi. Yaşlılarla gençlerin, dünle bugünün uzlaştırıcısı gibiydi. Foto Ümit çok iyi futbol oynardı ve iyi bir golcüydü. Fiziği ve golcülüğü Tanju Çolak’a benzetilirdi.
Fotoğraf çekilmek kadar, fotoğraf öncesi ve sonrası fotoğrafçı ile müşterinin konuşmaları o dönemki kapalı toplumda biraz da mahremdi. Kadın, erkek, kız, genç, yaşlı, hasta vb. her insan bir amaçla fotoğraf çekilmeye geliyordu ve zevk, estetik, duygu ve düşünce bakımından her insan kendi dünyasının mahremiydi…
Müşterinin olmadığı pasif zamanlarda biz de arkadaşlarla Ümit’in dükkânında buluşurduk. İddialarımız, şakalarımız, olaylara tepkilerimiz, sevinçlerimiz, sosyal ve siyasi meseleleri yorumlamalarımız… hepsi ergenlikten gençliğe geçen ve yetişkin olma yolunda acelesi olan insanın hayatı ve kendini anlama, algılama çabalarının ilk basamaklarından başka bir şey değildi.
1990’a geldiğimizde Sovyetler Birliği dağılmış, Sovyetlerden gelen kadınların bir kısmı Karadeniz’in birçok şehrinde olduğu gibi bizim şehrimizde de cemiyetin ahlâkî yapısını ve aile müessesini tehdit ediyordu. O günlerde yerel gazetelerde en çok ahlâk masasının otel baskınlarını okurdunuz... Biz deçevremizden insanların da düştüğü bu toplumsal çürümeye direnç gösteriyor, mahalledeki arkadaşlarımızı kaybetmemek için mücadele ediyorduk. Ümit pisliğe bulaşmamış arkadaşlarımızdandı. Benim ve Metin’in (Metin Öz) Cemil Meriç, İsmet Özel, Necip Fazıl ve felsefe okumalarımızı merak eder, sürekli sorar ve bildiğimiz her şeyi öğrenmek ister, bilgiyi sorgulardı. Ümit’in dükkânında 17, 18, 19 yaşlarında yaptığımız kendimizce irşat faaliyetlerini ve kitap müzakerelerinin ruhumda oluşturduğu o bahar ikliminişiirleştirmiştim. Bu şiir, 1996’daki ilk şiir kitabımda yer aldı:(Şiirde adı geçen isimler: Murat, Metin, Ümit, Kadir)
şehirde filizlenir isyan çiçekleri
dakikalar yollarda öfkelenir hıncımız gibi
aynalara ölümü çizerdik her gün, dört kişi
bizdik cami avlusunun dört dilencisi...
su oldu coştu yürekler seherde, sustu dil
akâbe dedik andımıza, aczimizle mübâdil...
o ilk muştu gibiydi karakol acıları
ve gazino dehlizlerinin kaybedilen kumarı
aşkını kazanmak ebedi muradımız Efendim!
dudağında bedir susuzluğu çeken biriyim
sonra ümitle maveraya süzülen kadir
sonsuzluk meltemleriyle yükselen metin..
gençliğim, dostluğum, düşmanlığım siz de gelin
bir kutlu gemiye bindik, binmeyen sefil..
biz çöl yolcusuyuz karnaval değil
billûr sular peşinde gönlümüz, bal değil
uhrevî bülbüllere altın kafes hâl değil
yunus olur kaygılar, zümrüt gibi yemyeşil...
kuyuda açan güller mısır'a sultan olur
gençliğimize inat ezgisi beklenen sûr
al bizi kevser sularında yeniden yoğur
delice kanımız leylâya meyyal değil
öfkemizin üstünde eğlenirken ebâbil
gölgesinde eridi cesur zevklerim çil çil...
tân yerinde kâbus göründü zaman
pıhtılaştı damar damar arzular ardımızda
şeytansı aşkların devrildi tanrıçası
bulutlar selamladı sevdamızı hirâ'dan
kırıldı kıyamımla kristali bu şehrin
dayatma izmlerin tabuları tedirgin... (1992)
Metin Uzundere’nin Hars (Ulubağ) köyündendi. Hars köylüler genellikle elektrik müteahhidiydi. Dağlara, araziye elektrik direkleri dikiyor, hat çekiyorlardı. Metin’in babası Hacı Yusuf emi de elektrik müteahhidiydi. Harslı müteahhitlerin hemen tamamı kamyonlarına bizim dükkândan çimento temin ederdi. Hacı Yusuf ile babam, benimle Metin iyi dosttuk. Hacı Yusuf zengin bir iş adamıydı. Metin iyi giyinirdi ve Atatürk Üniversitesi İşletme Fakültesinde okuyordu, ben edebiyatta… Zaman zaman edebiyatın zaman da işletmenin kantininde kitap müzakerelerimiz devam ederdi. Benim kitap okumam içinde bulunduğum ve etrafımızı saran siyasi ortamın doğal yönlendirmesiyle oluşmuştu, bunu fark edebiliyordum; ama Metin öyle değil. Üniversitede okuduğu bölümde o vakitler asistan olan Nurullah Genç ile kitap alışverişi yapıyor, piyasada baskısı olmayan bazı kitapların fotokopisini yaptırıyor, matbaada ciltletiyordu. Böyle bir iki kitap bana armağan etmişti. Niçe’nin (Nietzhsche), Kamu (Albert Camus), Froyd (Freud)… Felsefe okumaya Metin’in teşvikiyle ve tesiriyle başlamıştım. Daha sonra İsmet Özel okumalarımız uzun soluklu oldu.
Ticaretin içindeydik, esnaftık; lâkin okumak bizim eğlencemizdi. Esnaf çıraklarının yaptığı menemen, makarna, hazırladıkları kahvaltı nasıl lezzetliydi ise okumak da öyle zevkliydi, ihtiyaçtı bize. Yedi sekiz yaşlarda dükkânda Teksas, Tommiks, Zagor, Kara Murat, Yüzbaşı Volkan okurken nasıl ruh banyosu yapıyorduysak aynı öyle…
Kitap ve felsefe sohbetlerimiz genellikle iş dönüşü Foto Ümit’e muhakkak uğrayan Nurettin Yakupoğlu hocanın muziplikleriyle, ağır şakalarıyla sona erer; farklı bir iklime büründüğümüz dünyalardan, sanki farklı ülkelerden yeniden Sanayi Mahallesine dönerdik.